12 Kasım 2013 Salı

Mısırlı futbolcuya “Rabia” cezası




Mısır’ın El-Ahli takımı, Afrika Şampiyonlar Ligi’nde (CAF) zafere ulaştı. Finalde Güney Afrika temsilcisi Orlando Pirates’i 2-0 ile geçen El-Ahli’nin forvet oyuncusu Abdul Zahir, Mısır’da darbeye karşı direnişin sembolü olan “Rabia” işaretini yaptı.

Takımının ikinci golünü attıktan sonra sevinç gösterileri esnasında “Rabia” işaretini yapan Abdül Zahir’e kulübünden ceza geldi. El-Ahli’den yapılan açıklamaya göre Zahir, önümüzdeki ay Fas’ta oynanacak FİFA Kulüpler Dünya Kupası’na götürülmeyecek.

Mısır’da yayın yapan FilGoal adlı internet sitesine demeç veren Zahir, “Evet, elimle Rabia işareti yaptım.” dedi.

Golcü oyuncu, “Ancak, hiçbir kesimi veya taraftarı politik olarak tahrik etmek amacında değildim.” ifadelerini kullandı.

Amacının sadece orada ölenleri anmak olduğunu ifade eden Mısırlı futbolcu, “Niyetim, herhangi bir vatandaş ve polis de dahil olmak üzere orada ölen herkesi anmaktı.” diyerek yaptığı işarete açıklık getirdi.

Pazartesi günü Mısır Spor Bakanı Tahir Ebu Zeyid, bu davranışın cezasız kalmayacağını söylemişti. Zeyid ayrıca, bu davranıştan sonra hem El-Ahli’nin hem de Mısır Futbol Federasyonu’nun harekete geçmesi temennilerinde bulunmuştu.

El-Ahli yöneticileri de oyuncunun maçlardan men edilebileceğinin sinyallerini vermişti.

Abdül Zahir ilk değil
Mısırlı golcü oyuncu Zahir’den önce de Kung-Fu yapan şampiyon sporcu Muhammed Yusuf da “Rabia” işaretini yapmıştı. Bu işaretin ardından harekete geçen federasyon yetkilileri şampiyon sporcuyu yurt içi ve yurt dışı müsabakalardan iki yıl men etmişti.

10 Ekim 2013 Perşembe

FINANSAL FAIR PLAY-RÖPORTAJ KEREM AKBAŞ

Futbolda sadece yeşil sahalarda alınan sonuçlar önemli değildir. Her şeyde olduğu gibi iş, sonunda dönüp dolaşıp ekonomiye geliyor. Futbolun çok da dikkat çekmeyen, ancak hayati önem arz eden bu yönünü bir bilene sorduk. Kulüplerimizin mali yapısı, gelir – gider dengesi, kulüplerimizin Dünya ölçeğindeki yeri ve daha birçok konuyu Kerem Akbaş ile konuştuk.

UEFA’nın son yıllarda önemini sıklıkla vurguladığı finansal fair – play nedir? Ne zaman uygulamaya konacak?

Finansal fair-play bir Platini projesi. Bu proje bence büyük balığın küçük balığı yemesine bir kural, bir adab-ı muaşeret getiriyor aslında. Baktığınızda, futbola çok büyük bir para girişi var ve küçük kulüpler hiçbir şekilde iyi oyuncularını ellerinde tutamıyorlar. Bunun da en büyük sebebi, ‘Bosman Kuralları’. Bosman Kuralları’ndan sonra oyundaki kartlar yeniden dağıtıldı. Bu kurallarla bonservisi elinde olan bir futbolcu, istediği kulübe bedelsiz gidebiliyor. Futbolculara çok büyük paralar vaat ediliyor ve bu da kulüplerin yapısını bozabiliyor. Kulüpler bu maddi yükün altından kalkamıyor ve maddi anlamda uçuruma doğru sürükleniyor. UEFA’nın da önlemek istediği nokta bu.

Neden UEFA böyle bir yola başvurdu?
Finansal Fair – Play ile gelen bazı kısıtlamalar var. UEFA, futbola futbol dışından kaynak aktarılmasını istemiyor. Örneğin Malaga, Paris Saint Germain, Manchester City, Chelsea gibi kulüpler kurulduklarından bu yana halk takımı olarak anılmış; ancak bu kulüpler Rus ve Arap sermayeleri tarafından satın alındıktan sonra, sermaye takımı hüviyetini kazanmıştır. Önceden gelenekleri olan bu kulüpler, şimdi büyük sermayelerin elinde bulunuyor.

Şu anda bu kurala göre yönetilen kulüpler var mı?
Manchester United da bir sermaye takımı olmasına rağmen, tüm bu kulüplere aykırı bir örnek. Kulüp finansal fair-play’in tüm gerekliliklerine uyar, gereken her şartı yerine getirir, hatta kâr eder. Ve şirketin sahipleri bu işten para kazanır. Ancak şehrin diğer yakasına baktığımızda, Manchester City, şampiyon olmadan önceki sezonda Premier Lig tarihinin en büyük zararını açıkladı.

Gereklikleri neler bu kuralın?
Finansal Fair-Play’in istediği şeyler çok basit. Birincisi hiçbir şekilde, futbolculara, kamu idarelerine ve futbolcu transferinden dolayı diğer kulüplere geçmiş borcunuz olmayacak. Bu üçü ana kuraldır. Bunun dışında ise diğer kurallar gelir. Hiçbir yöneticinin kulüpten alacağı olmayacak. Kulüp kendi kaynakları ile dönecek. Yöneticiler kendi cebinden kulübe para aktarmayacak. Gelir – gider dengesi korunacak ve hiçbir kulüp gelirinden fazla para harcayamayacak. Futbolcuların maaşı hiçbir şekilde gelirin yüzde 70′ini geçemeyecek.

Peki, Türkiye’de durum nasıl?
Türkiye’de Galatasaray bu çıtayı aşmış durumda. Galatasaray 53 milyon TL kazanmış ve bunun yüzde 84′ünü (44 milyon lirası) futbolcu ve teknik ekibe aktarmış. Trabzonspor’da ise durum çok daha vahim. 9 buçuk milyon lira gelir elde eden Trabzonspor, sporcu ve teknik heyetine 12.3 milyon lira* aktardı. Yani, gelirin yüzde 129′unu takımdaki oyuncu ve teknik heyete aktarmış. Yüzde 70 en üst limit olduğu için, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ta bu oran yüzde 45 ile çok ideal bir durumda. Bu limiti geçmediğiniz sürece herhangi bir yaptırım ile karşılaşmayacak hiçbir kulüp. (*Sezonun ilk üç ayına ait rakamlar)

Beşiktaş’ın ‘Feda’ sloganı ne kadar işe yaradı?
Beşiktaş’ın bu limitleri aşma durumu şu anda yok. Kulübün uyguladığı ‘Feda’ politikası, futbolculara ödenen paraları oldukça aşağı çekmiş durumda ve futbolcular piyasaya göre daha az paraya oynuyorlar.
Bugün Beşiktaş’ı izleyenler, A’dan Z’ye oynanan futbolu beğeniyor. Ama baktığınızda bu zevk veren futbolu pahalı oyuncular oynamıyor. Genç Oğuzhan, Necip, önceden kimsenin beğenmediği Holosko oynuyor. Yani bu noktada apayrı bir şeyin olduğu ortaya çıkıyor. Samet Aybaba diyebilirsiniz, ancak önceki teknik direktörler kötü müydü? Değil. Demek ki yönetimsel anlamda farklı bir şey var. Futbolcular da benlikleriyle oynuyorlar. Aynı futbolcular, daha az paraya, daha fazla mücadele ile futbolundan ‘feda’ etmeden oynuyorlar.

Feda projesi düzlüğe çıkmak için yeterli mi?
Beşiktaş taraftarı hakikaten ‘feda’ dedi. Beşiktaş, Trabzonspor ile birlikte lisanslı ürün satışında Fenerbahçe ve Galatasaray’ın oldukça gerisinde yer alıyordu. Ama sezonun ilk 3 ayında baktığımızda Beşiktaş, lisanslı ürün satışından yaklaşık 10 milyon lira gelir elde etti. Geçtiğimiz sezon, 12 ay boyunca satılan ürünlerin cirosu 14 milyon TL. Bunun dışında futbolcu giderlerini de inanılmaz derecede aşağıya çekmeyi başardı. Geçtiğimiz sezon 120 milyon TL’nin üzerinde para ödeyen Beşiktaş, bu sezon yaklaşık olarak 75-80 milyona düşürerek bu maliyeti 50 milyon TL azaltılmış.

Anadolu kulüpleri ne durumda peki? Maddi anlamda iyi gitmeyen kulüpler var mı?
Anadolu kulüpleri için pek bir şey diyemiyoruz. Çünkü halka açık değiller ve hesapları incelenemiyor. Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzonspor halka açık şirket olduğu için, kulübün ekonomik yapısına internet sitelerinden ulaşabiliyorsunuz. Diğer kulüplerin bilançolarına ulaşmak pek mümkün olmuyor ve bu konuda yorum yapamıyorum. Haliyle 18 takımlı Süper Lig’in sadece 4 takımını mercek altına alabiliyoruz. Geri kalan kulüpler hakkındaki bütün tasarruf TFF’de. Finansal Fair Play’in uygulayıcısı UEFA olmasına rağmen, yerel denetim TFF’de olacak. Denetim görevini üstlenecek olan TFF’nin tamamen şeffaf, güvenilir ve halka açık olması gerekiyor. Anadolu kulüplerinin denetimi için de şirketleşmelerine gerek yok. Gelir ve giderlerini açık bir şekilde göstermeleri yeterli olacak.

Finansal Fair Play’e göre, aternatif gelirler sportif bütçeye dahil mi?
Futbol dışındaki gelirlere izin verilmiyor demiştik. Buna Arsenal kulübünden örnek verelim. Arsenal, Emirates Stadı’na taşınmadan önce Highbury Stadı’nı kullanıyordu. Highbury Stadı şu anda rezidans olarak hizmet veriyor. Buradan gelir elde eden Arsenal, UEFA’nın koyduğu kural gereği bu gelirlerden faydalanamıyor. Kazanılan bu para ile ancak altyapı tesisleri yapılabilir.

Sizce büyük sermayelerin elinde bulunan Anzhi, PSG, Chelsea gibi kulüpler finansal fair – play’i delebilir mi? UEFA bunun önlemini aldı mı?
Bu kuralı delmek için ilginç yollara başvuranlar elbette çıkacaktır. City’nin sahibi Şeyh Mansur, kulübe para aktarmak için tozluk sponsoru, ön baldır sponsoru, çapraz yan bağ sponsoru [gülüşmeler] gibi absürt sponsorluklarla bunu delebilirler. Paris Saint Germain ise ayrı bir şirket kurdu ve buradan para aktarıyor. Kısacası bu duvar da aşılabilir. Daha sistemli ve göze batmayacak bir şekilde kulüpler işi kitabına uydurarak bu duvar rahatlıkla aşılabilir.

Fenerbahçe’nin gayrimenkul yatırımı kulübe katkısı nasıl olacak? 
Gayrimenkul projesi, kulübün ekonomisine katkı sağlar. Ancak, bu sportif gelir olarak değerlendirilmez, ticari gelir olarak değerlendirilir. Maç günü gelirleri, stat gelirleri, UEFA ve yayıncı kuruluştan alınan paylar sportif gelirleri oluşturuyor. Paranın kulübe zararı olmaz, Fenerbahçe kazandığı para ile tesis yaptırabilir, altyapısını güçlendirebilir, daha farklı alanlara yatırım yapılabilir. Bu sayede, Barcelona örneği gibi bir alt yapı istenirse geliştirilebilir.

Büyük kulüplerimizin 1 milyon üye hedefleri ne kadar gerçekçi?
Kulüplere üye olmak, Türkiye’de çok zor bir iş. Üyelik esnasında birçok zorluk çıkıyor. Örneğin Galatasaray’da, Galatasaray lisesi mezunlarına çok cazip şartlar sunulurken, dışarıdan üyelik çok zor. 10 bin lira civarında bir para isteniyor. Bu rakam, Beşiktaş’ta 1200 lira, Fenerbahçe’de 1500 – 2000 lira civarında. Trabzonspor’da ise çok daha uygun. Kulüplerimiz için 1 milyon üye hayal etmek bile güzeldir. Bu vizyonun olduğunu gösterir.

Takımlarımız gelirlerini arttırmak için ne tür alternatif gelirlere yönelebilir sizce?
Öncelikle saha içine bakmak lazım. Anadolu kulüplerinin statları çok kötü olduğu için seyirci çekmiyor. En basit örneğiyle, statların kenarlarındaki tartan pistler seyir zevkini kısıtlıyor. Her şeye rağmen, Bursaspor örneği bize gösterdi ki Anadolu’dan şampiyon çıkıyor. Kulüplerimizin bunu bir kenara koymaları lazım. Takımlarımızın da ekonomilerini planlamaları gerekiyor. Bu konuda Porto örneği verilebilir. Porto çok ucuza aldığı oyuncuları çok yüksek fiyatlara satabiliyor. Mesela Falcao, Hulk… Ama, bu futbolcu satışları olmasa Porto zarar eden bir kulüp olacak. Porto bu modeli uygulayarak hem ekonomisini güçlü tutuyor hem de sürdürülebilir bir başarı yakalıyor. Yani, her işletmenin bir ekonomik model seçmesi ve bu model üzerinde ilerlemesi lazım. Futbol takımlarımız da bunu yapmalı. Bursaspor’un yakaladığı bir başarıdır, ama sürdürülebilir bir başarı elde edemedi. Lisanslı üründen kazanılan gelirde artış sağlanması, stat gelirlerinin arttırılması, kulüpler için diğer cazip seçenekler. Bu yüzden statlarını geliştirmeliler. Satılan localar 7/24 kullanıma açılabilir ve buralar ofis şeklinde kullanılabilir. Fenerbahçe ve Galatasaray, stattan ciddi anlamda gelir kazanıyor. Beşiktaş, bu yıl 14 milyon TL’lik bir kombine bilet geliri elde etti. Geçtiğimiz yıla göre 3 milyon lira daha fazla.

Alt yapı yatırımları nasıl ülkemizde?
Alt yapıyla ilgili problemler yıllardır dillendiriliyor zaten. Somut bir örnek vermek gerekirse, Abdullah Ercan mesela. Ümit Milli Takım teknik direktörüydü, Gaziantepspor’un başına geçti. Ümit Milli Takımın başındaki hocayı bir takım anında alabiliyorsa, alt yapıda nasıl oyuncu yetiştirebiliriz? İlk yapılacak şey bunun önüne geçebilmek. İkicisi ise yardımcı teknik direktörlük meselesi. Bizde yardımcı teknik direktör deyince, daha önce o kulüpte futbol oynamış oyuncuların teknik direktörlükte pişsinler diye yaptıkları görev akla geliyor. Ama Premier Lig’deki yardımcı hocalara bakın, en az o takımın teknik direktörü kadar yetenekli ve bilgili insanlar. Bu yüzden, alt yapıda çalışan hocaların ekonomik şartları düzeltilmeli. Bu insanların yüzde yüz kendilerini bu işe verebilecekleri bir ortam oluşturulmalı.

Ülkemizde, diğer ülkelere kıyasla bilet fiyatları yüksek mi? Statlar pahalılık yüzünden mi dolmuyor sizce?
Avrupa’da en çok seyirciyi 42.600 kişiyle Almanya çekiyor. İkici sırada 35.300 kişiyle İngiltere ve 3. Sırada 28 bin kişiyle İspanya geliyor. Türkiye, maça seyirci çekmede 11 bin kişiyle 10. sırada. Üzerimizdeki ülkelerden biri ise bize göre çok düşük bir nüfusa sahip olan İsviçre. Ortalama bilet fiyatlarımız ise 34 Euro ve bu alanda Avrupa üçüncüsüyüz. Bizde futbol öyle bir hal aldı ki insanlar maçlara çocuklarını göndermek istemiyorlar. Bunun en önemli nedeni, bilet fiyatlarının yüksek olması. İstanbul’da bir kişi maça gitmek istese bilet ve yemeği 100 TL’yi buluyor. Ortalama bir aile için bu yüksek bir miktar. Hem statta sunduğunuz hizmet kötü hem de bu kadar yüksek bir miktar talep ediyorsunuz. Durum böyle olunca, insanlar başka sosyal etkinliklere yöneliyor.

Avrupa Şampiyonası mı? Yoksa Olimpiyat mı? Sizce hangisi ekonomik ve sportif anlamda ülkemize daha fazla fayda sağlar?
Olimpiyatın bir ruhu vardır. Mesela ben olimpiyatları Seul’den beri izliyorum, bu zamana kadar hiç kavga görmedim. Türkiye’nin bir olimpiyata ve olimpiyat ruhuna da ihtiyacı olduğunu yadsımamak gerekir. Ama olimpiyat sadece bir şehre gelir. Bir ülkenin tamamında, olimpiyatın ruhunu ve getirmiş olduğu ekonomik faydayı hissedemezsiniz. Ama, Avrupa Şampiyonası gelirse bütün ülkeye yayılır. İstanbul’da yaşayan bir insan olarak, “Olimpiyat gelsin” demek bencillik olur. İşe ekonomik açıdan bakarsak, her ikisine de büyük yatırımlar yapmak gerekiyor. Şehir içinde yer olmadığından -özellikle olimpiyat için- uzak yerlere tesisler yapmak gerekiyor. Bu tesislere yol yapmak gerekiyor. Peki, olimpiyat gittikten sonra ne olacak? Bu tesislerin çoğu boş kalacak. Ama siz Avrupa Şampiyonası için şehirlere statlar yaparsanız, bu statlar daha sonra ligde kullanılabilir. Ayrıca, futbolu tanıtımlarında araç olarak kullanacak firma sayısı, olimpiyata göre daha çok olur. Yani, şirketler insanlara ulaşmak için futbolu daha çok tercih ediyor. Kısacası, Avrupa Şampiyonası ekonomik açıdan bizim için daha yararlı olacaktır.

Son olarak, Futboldaki vergi miktarlarına değinmek gerekirse, neler söylersiniz?
Avrupa ile Türkiye arasında,vergi miktarları açısındançok fark var. Türkiye’de futbolcular Avrupa’daki gibi gelir vergisi ödüyorlar. Ama, ülkemizde futbolcular vergi ödeme işine karışmıyorlar. Sözleşmelerini net gelir üzerinden yapıyorlar ve vergileri kulüpleri ödüyor. Avrupa’da ise vergiyi futbolcular ödüyor ve bu oran bize göre çok yüksek. Bizde, Spor Toto Süper Lig’deki futbolcuların vergi miktarı, gelirin yüzde 15’i. PTT 1. Lig’de bu oran yüzde 10’a daha alt liglerde ise yüzde 5’e düşüyor. Öncelikle bu oranların arttırılması gerekir. İspanya’da bu rakam yüzde 25, Fransa’da ise yüzde 35. Futbolcuların kazandıkları para ve ödedikleri vergi arasındaki mali uçurum tartışmaya açılırsa eğer, bu durum düzeltilebilir.

20 Şubat 2012 Pazartesi

Spor Psikoloğu Arda Coşkun ile Röportaj

Blogumuzdaki ilk röportajımızı yayınlıyoruz. Spor Psikoloğu Arda Coşkun ile yaptığımız röportajda, önemli olduğunu düşündüğümüz bazı soruların cevaplarını bulabilirsiniz. Muhakkak ki bazı önemli sorular atlanmış olabilir, dilerseniz yorum kısmına yazabilirsiniz.  Keyif almanız dileğiyle...

İlk önce size Arda Coşkun'un özgeçmişini kısaca hatırlatalım.

1983 yılında İstanbulda doğan Arda Coşkun 2006 yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümünden mezun oldu. Lisans eğitimini bitirdikten sonra İngilterenin Roehampton Üniversitesinde Spor Psikoloji dalında yüksek lisans yaparak spor psikoloğu unvanına sahip oldu. Ayrıca ikinci uzmanlığı olan Marmara Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu Spor Yöneticiliği Bölümünde yüksek lisans programını 2010 yılında tamamlamıştır. Genç takıma kadar İstanbul Teknik Üniversitesinde basketbol oynayan Arda Coşkun, bir yıl boyunca İstanbul Spor Kulübü Basketbol Genç Takım antrenörlüğü görevini de yürütmüştür. Ayrıca, İstanbul Tıp Fakültesinde misafir öğrenci olarak “Bilişsel-Davranışçı Terapi Eğitimi” dersine katılmıştır. Arda Coşkun uygulamalı alanda yaptığı çalışmaların yanı sıra, akademik olarak da Marmara Üniversitesi Beden Eğitimi Spor Yüksek Okulunda Yrd. Doç. Dr. Cengiz Karagözoğlunun konuğu olarak belirli dönemlerde spor psikolojisi derslerine konuşmacı olarak katılıp tecrübelerini öğrencilerle paylaşmaktadır.




-Maçlardan önce ve sonra sporcu, stres altında kalabiliyor. Bunu aşmak için ne tür çalışmalar yapılıyor?

“Bazı büyük maçlarda, oyuncular baskı altında kalabiliyorlar. Kötü oynaması halinde de acımasızca eleştiriliyorlar. Bu özellikle alt yapılardan gelen genç oyuncular için geçerli.”

Arda Coşkun: "Spor psikolojisi alanında sporcu stresi en önemli konulardan biri gerçekten de. Aslında stres, sanılanın aksine sporcunun işine yarayan bir kavram. Müsabaka içinde “doğru seviyedeki” stres; sporcunun oyuna konsantrasyonunu, oyun içinde tetikte olmasını ve gereken yerde doğru karar verebilmesini sağlar. Burada önemli olan her sporcunun başarılı olabilmesi için gerekli olan stres seviyesini bulabilmek. Örneğin; müsabaka öncesi hiç stresi olmayan bir sporcunun dikkat sorunları yaşaması ve saha dışından isteksiz görülmesi yaygındır ve başarılı olması çok nadirdir. Diğer taraftan tamamı ile stresli olan bir sporcu da performansını artırmak için neler yapması gerektiğini unutur ve kendini kontrol edemez. Sporcuların ihtiyaç duyduğu bu yardımı da bizler yani spor psikologları veriyoruz."

-Türkiye’de, alt yapılarda birçok yetenekli çocuk var. Ancak bu çocuklar, bir üst kademeye çıktıklarında başarılı olamıyorlar. Sporcunun üst yapıya da kendisini hazırlaması için ne yapması gerekir? Sporcunun antrenörünün ne yapması, oyuncusunu nasıl hazırlaması gerekir?     

“Bu ülkemizde ciddi bir sorun gerçekten. Örneğin Abdülkadir Kayalı, FİFA’nın gelecek vaad eden 20 oyuncusu listesinde vardı ancak Fenerbahçe ve İBB takımlarında hiçbir varlık gösteremedi. Şu anda da Orduspor’da genellikle yedek kulübesinde.”                                                          

Arda Coşkun: "Evet, bu önemli bir sorun. Maalesef, Türkiye’de birçok spor dalında yöneticiler ve antrenörler spor psikolojisinin öneminin farkında değiller. Spor psikologları üst seviyedeki takımlarda performans geliştirmeye yönelen bir çalışma yaparlar. Fakat alt yapılarda yine performans geliştirme çalışmaları yapılırken diğer taraftan da genç sporcuların zihinsel gelişimleri ve bu çalışmaların pratik olarak onlara katacağı yararlar üzerinde çalışılır. Nasıl ki bir futbolcunun teknik ve fiziksel özellikleri çocukluk yaşlarında yapılan çalışmalar ile şekilleniyorsa, aynı şekilde sporcunun zihinsel gücü de küçük yaşlarda yapılan çalışmalar ile doğru orantılıdır. Tabi bu bahsettiğim yaşlarda sporcular bu ihtiyacın çok farkında olamıyorlar. Bu yüzden sporcular ile bizi buluşturacak çalışma koşullarını sağlama görevi antrenörlere ve yöneticilere düşüyor. Cevabımın başında da belirttiğim gibi ne yazık ki bu konuda antrenörlerimiz ve yöneticilerimiz bir hayli bilgisiz. Futbol özelinde ya bu konuya sıcak bakmıyorlar ya da bu işin eğitimini almamış hiçbir bilimsel bilgi ve birikimi olmayan “popüler tabir ile çakma spor psikologları” ile çalışmayı uygun buluyorlar."

                                                            
-Motivasyon’un önemi sizce nedir? Bir sporcunun motivasyonunu neler yükseltir?

“Mourinho, her şeyden önce motivasyona vurgu yapar. Takımları da genellikle başarılı. Aynı şekilde, Fatih Terim de öyle. İnsan ilişkileri ve iletişim, bu teknik adamlar için çok önemli bir unsur olsa gerek.”

Arda Coşkun: "Motivasyon da stres gibi belli sınırlar içinde ve sporcudan sporcuya değişkenlik gösteren bir kavram. Kimi sporcular kendi karakterleri gereği motive olmaya daha fazla ihtiyaç duyarlar. Bazı sporcular ise daha az. Aslında bu konu kültürden kültüre de değişen bir kavram bence. Örneğin Türkiye gibi Akdeniz ülkelerindeki futbolcular çoğunlukla kendi içlerinde motivasyon olan sporculardır. Biz bu kavrama içsel motivasyon diyoruz. Tabi ki motivasyon seviyesi, o sporcunun yüksek performans göstermesine izin vermeyen durumlarda sporculara yönelik motivasyonu arttırıcı çalışmalar yapmak çok işe yarıyor. Bu görevi çoğunlukla antrenörler yapmaya çalışırlar. Bu konuda yetenekli ve bilgi sahibi olan teknik direktörler de örneğin Mourinho ve Fatih Terim başarılı olabilirler. Fakat antrenörlerin unuttuğu bir konu bazen takımın performansı üzerinde olumsuz yönde de etki edebilir. Bu konu da; sporcuyu başarıya götüren motivasyon seviyesi sporcudan sporcuya değişir. Bu yüzden takım halinde yapılan çalışmalardan kimi sporcu olumlu etkilenirken kimi sporcu da olumsuz etkilenebilir."

-Türkiye’de spor kulüpleri, işin mental tarafına nasıl bakıyor. Profesyonel yardım almayı tercih ediyorlar mı?

“Avrupa’da, örneğin Bayern Münih, teknik kadroda bir psikolojik danışmanı daima istiyor ve yıllardır da böyle devam ediyor.”

Arda Coşkun: "Türkiye bu konuda maalesef Amerika ve Avrupa’nın bir hayli gerisinde. Spor psikolojisi ülkemiz için hem çok yeni hem de çok bilinmezi olan bir kavram. Bunun en büyük nedenlerinden biri Türkiye’de herhangi bir üniversitede spor psikolojisi yüksek lisans programının olmaması. Bu yüzden bu konuda uzman olan kişileri yetiştiremiyoruz. Resmi olarak spor psikoloğu unvanı almanın ve takımlarla çalışmanın belli koşulları ve gereklilikleri vardır. Ülkemizde bu konuda büyük boşluklar var. Bu yüzden kendine farklı isimler veren (hayat koçu, performans koçu, nlp uzmanı vb.) fakat spor psikoloğu olmayan insanlar spor kulüplerinde çalışma imkânı bulabiliyorlar. Tabi bu kişilerin çalışmalar ne sporculara ne de takımlara fayda sağlamıyor. Bu yüzden de spor kulüpleri sanki doğru kişilerle çalışmışlar ve buna rağmen başarılı olamamışlar gibi düşünüyorlar ve sporda zihinsel çalışmaya güvenleri kalmıyor. Benim gibi bu işin yüksek lisansını yapmış ve gerekli koşulları yerine getirmiş spor psikologlarını ilk görevi; bu yanlış kanıyı yıkmak oluyor. Bu yüzden bir kulüpte çalışmaya başlarken antrenörden veya sporculardan gelen bir önyargı olabiliyor. Bu önyargıyı kırmak da eğitimimizin bir parçası olduğu için kısa sürede bu alışma sürecini atlatıp sporculara faydalı olmaya çalışıyoruz."

-Bildiğiniz gibi Tevez ile Manchester City arasında birtakım problemler yaşandı. Bu tip yıldızların takımlarında problem çıkarmalarını neye bağlıyorsunuz? (Hırs, aşırı özgüven, takım arkadaşlarını küçük görmek)

“Tevez, Manchester United için oynarken, şehri beğenmediğini ve yapacak hiçbir şey olmadığını bahane etmişti. Ancak, bahanesi bu olmasına rağmen, aynı şehrin başka bir takımı olan City’e gitti.”

Arda Coşkun:" Tevez gibi dünya yıldızları senin veya benim gibi değiller. Onları yıldız yapan da gelecekte başarılı veya başarısız kılacak olan da bu karakter yapıları. Tevez örneğinden gidersek; Tevez’in futbol anlayışı nasıldır? Kurallar içinde agresif, yırtıcı, rakiplerini rahatsız eden güçlü ve sert. Futbolcunun bu yapısı onu çocukluğunda çevresinden ayıran ve onu Tevez yapan özellikler. Bu özellikler her zaman işe yaramayabilir tabi. Örneğin; Mancini de sivri bir karakter. İki güçlü karakter karşılaşınca böyle sorunlar yaşanabilir. Ülkemizdeki futbolcuların da bu tip sorunlar yaşadığı dönemler oluyor. Bence bunun ana nedenlerinden biri; özellikle de genç yaşlarda belli bir seviyeye gelen futbolcularımızın kendilerini Messi, Ronaldo veya Tevez yerine koyuyor olmaları. Böyle bir durumda da kulüpte bir spor psikoloğunun varlığının çok yararlı olabileceğine inanıyorum. Sivri karakterler olayı kendi taraflarından görme eğiliminde olabilirler. Bir spor psikoloğu ise sağduyulu ve tarafsız bir biçimde olaya yaklaşıp taraflar için uzlaşmacı olabilir."

-Türkiye liginde psikolojik olarak sahada en güçlü takım hangisi? Bu takım, hangi özelliği ile dikkatinizi çekiyor?

“Fenerbahçe’nin yaşadığı olağanüstü durumun futbolcular üzerindeki etkilerinden de bahseder misiniz? Sizce daha çok pozitif etki mi yapıyor, negatif mi?”

Arda Coşkun: "Türkiye spor toto birinci liginde şuanda hiçbir takım düzenli bir program içerisinde bir spor psikoloğundan yardım almıyor. İlk önce bunu belirtmek isterim. Durum böyle olunca takımın zihinsel yapısı da şansa ve çevresel etkenlere bağlı oluyor. Örneğin; bir galibiyet serisi takımın zihinsel gücünü artırabilir veya tam tersine bir mağlubiyet serisi veya travmatik bir maç (derbi veya Avrupa kupası maçı olabilir) takımın zihinsel gücünün zayıflatabilir. Dediğim gibi şu anda sağlam bir zihinsel bir programı olan takım bilmiyorum. Bu yüzden de takımların zihinsel güçleri haftadan haftaya veya maçın içinde bile kontrolsüz şekilde değişebiliyor. Fenerbahçe’nin yaşadığı özel bir sezon var tabi ki. Bu durum futbolcuların algılarında nasıl şekillenirse veya şekillendirilirse takımın performansı üzerinde olumsuz veya olumlu bir etkisi olur. Fenerbahçe takımının ligdeki performansına bakılırsa bu zihinsel çalışmalarla ne futbolculara ne de teknik direktöre bu anlamda destek verilmediğini görüyorum."

-Sizce sporcular psikolojik alanda uzman desteğine kariyerlerinin hangi döneminde başvurmalılar?

Arda Coşkun: Sporcuların zihinsel olarak güçlü ve sağlam bir temelde oturmaları için ideal olarak alt yapılarda yani küçük yaşlarda uzman bir kişiyle çalışmalara başlamaları gerekiyor. Fakat böyle bir durum söz konusu olmamışsa; herhangi bir sporcu kariyerinin herhangi bir bölümünde spor psikologu ile çalışabilir ve devamlı ve sürekli bir çalışma ile çalışmaya başladığı performans noktasının çok daha üzerine çıkabilir.

-Antrenör olsanız, takımınız bir final maçında 1 – 0 geride iken, soyunma odasında taktiğin dışında ne tür bir konuşma yapardınız?

Teknik ve taktik değişkenleri dışarıda bırakarak soruyorum”

Arda Coşkun: Hiç antrenörlük yapmadığım için bilemiyorum. Bizim yaptığımız çalışma sonucu süreç içinde değiştiren bir çalışma biçimidir. Yani takımla düzenli ve sürekli bir çalışmayı içerir. Bu çalışma sırasında antrenörlere de destek verdiğimiz konular olur. Bu konulardan biri de kritik anlarda sporcularına doğru mesajı verebilmek üzerine oluyor. Antrenöre bu desteği verdikten sonra soyunma odasındaki konuşmayı antrenöre bırakmak her zaman daha sağlıklı oluyor.

-Oyuncular, saha içerisinde olağanüstü mücadelelere girişiyorlar ve neticede çok yoruluyorlar. Nabız 190 iken karar vermek çok zor iş, oyuncular bunu nasıl geliştirebilirler?

Arda Coşkun: Bizim sporcularla yaptığımız bazı temel çalışmalar vardır. Bunlar; konsantrasyon ve motivasyon seviyelerini düzenleme, hedef belirleme, rahatlama, zihinde canlandırma vb. Süreç içinde bu temel konularda çalışmış ve kendini geliştirmiş bir sporcu zaten maça çıkarken zihinsel olarak hazır ve güçlü oluyor ve en zor anlarda bile doğru kararlar vermeye çalışıyor. Bu yüzden her performansını geliştirmek isteyen her sporcunun zihinsel çalışma yapması şart. Zihinsel çalışma yapacağı kişiyi de iyi seçmesinde fayda var. Buradan hem küçük yaştaki sporcular için ailelere hem de diğer sporculara bir uyarıda bulunmak istiyorum. Lütfen çalıştığınız kişilerin eğitimlerini ve yeterliliklerini araştırın.

-İBB takımının büyük bir taraftar kitlesinin olmayışı, onları nasıl etkiliyordur sizce?

Arda Coşkun: Özellikler futbol gibi taraftarın saha içi sonuçları epey etkilediği bir spor dalında. Taraftar sayısı çok az olan kulüpler özellikle kendilerine hedef koymakta zorluk yaşayabilirler. Fakat işin diğer tarafında; biliyorsunuz ülkemizde taraftarlar bazen de takımların performanslarını istemeyerek düşürebiliyorlar. İBB böyle durumlar için ise avantajlı.

-Büyük bonservis bedelleri, oyuncuda strese neden olabilir mi?

Arda Coşkun: Eğer sporcu bonservis bedelini hak ettiğine inanıyor ve yeni kulübünde de yine aldığı parayı hak edecek kadar profesyonel yaşıyor ve çalışıyorsa bence herhangi bir sorun yaşamıyor. Fakat yukarıdaki açıklamadaki bir durum ortada yoksa. Sporcu bu bedelin altında ne yazık ki ezilebiliyor. Bu gibi durumlarda sporcunu profesyonel bir destek almasında ve bir spor psikologu ile çalışmasında büyük faydalar oluyor.

-Adaptasyon süreci, ne şekilde daha kısa hale getirilebilir?

Arda Coşkun: Özellikle yabancı futbolcular veya Anadolu takımlarında İstanbul’a gelen futbolcular bu sorunla sıkça karşılaşıyorlar. Bu sorunu aşmak için; futbolculara fiziksel olduğu kadar zihinsel açıdan da yardım etmek gerekiyor. Takımdaşlık duygusunun güçlü olduğu ortamlarda adaptasyon daha kısa sürer. Bu konuda ayrıca antrenörün tutumu da çok önemlidir. Bunun yanında uzman bir spor psikologu ile sezon başında hedeflerini doğru seçen ve kendine sağlam bir çalışma programı hazırlayan bir sporcunun adaptasyon problemi azami olur.

-Medya, oyuncuların psikolojisini ne şekilde etkiliyor?

Arda Coşkun: Her ülkede futbol ve futbolcular ön plandadır. Bu da bana çok doğal geliyor. Çünkü futbolcular halkın geri kalanına göre çok büyük paralar kazanırlar ve ilgi çekici bir hayat yaşarlar. Bu nedenle de futbolcular kendilerini çoğu zaman baskı altında hissederler. Önemli olan sporcunun medya ile olan iletişimindedir. Medya ile başından beri belli bir profesyonellik çerçevesinde sağlıklı bir ilişki kuran sporcular bu baskıyı en hafif şekilde hissediyorlar. Ülkemizde de sıkça rastladığımı gibi tersi durumlarda ise bu baskı sporcuların üzerinde büyük bir yük oluyor ve sporcuların performanslarını olumsuz yönde etkiliyor.


Emeklerinden dolayı Arda Coşkun'a teşekkür ediyoruz.