10 Ekim 2013 Perşembe

FINANSAL FAIR PLAY-RÖPORTAJ KEREM AKBAŞ

Futbolda sadece yeşil sahalarda alınan sonuçlar önemli değildir. Her şeyde olduğu gibi iş, sonunda dönüp dolaşıp ekonomiye geliyor. Futbolun çok da dikkat çekmeyen, ancak hayati önem arz eden bu yönünü bir bilene sorduk. Kulüplerimizin mali yapısı, gelir – gider dengesi, kulüplerimizin Dünya ölçeğindeki yeri ve daha birçok konuyu Kerem Akbaş ile konuştuk.

UEFA’nın son yıllarda önemini sıklıkla vurguladığı finansal fair – play nedir? Ne zaman uygulamaya konacak?

Finansal fair-play bir Platini projesi. Bu proje bence büyük balığın küçük balığı yemesine bir kural, bir adab-ı muaşeret getiriyor aslında. Baktığınızda, futbola çok büyük bir para girişi var ve küçük kulüpler hiçbir şekilde iyi oyuncularını ellerinde tutamıyorlar. Bunun da en büyük sebebi, ‘Bosman Kuralları’. Bosman Kuralları’ndan sonra oyundaki kartlar yeniden dağıtıldı. Bu kurallarla bonservisi elinde olan bir futbolcu, istediği kulübe bedelsiz gidebiliyor. Futbolculara çok büyük paralar vaat ediliyor ve bu da kulüplerin yapısını bozabiliyor. Kulüpler bu maddi yükün altından kalkamıyor ve maddi anlamda uçuruma doğru sürükleniyor. UEFA’nın da önlemek istediği nokta bu.

Neden UEFA böyle bir yola başvurdu?
Finansal Fair – Play ile gelen bazı kısıtlamalar var. UEFA, futbola futbol dışından kaynak aktarılmasını istemiyor. Örneğin Malaga, Paris Saint Germain, Manchester City, Chelsea gibi kulüpler kurulduklarından bu yana halk takımı olarak anılmış; ancak bu kulüpler Rus ve Arap sermayeleri tarafından satın alındıktan sonra, sermaye takımı hüviyetini kazanmıştır. Önceden gelenekleri olan bu kulüpler, şimdi büyük sermayelerin elinde bulunuyor.

Şu anda bu kurala göre yönetilen kulüpler var mı?
Manchester United da bir sermaye takımı olmasına rağmen, tüm bu kulüplere aykırı bir örnek. Kulüp finansal fair-play’in tüm gerekliliklerine uyar, gereken her şartı yerine getirir, hatta kâr eder. Ve şirketin sahipleri bu işten para kazanır. Ancak şehrin diğer yakasına baktığımızda, Manchester City, şampiyon olmadan önceki sezonda Premier Lig tarihinin en büyük zararını açıkladı.

Gereklikleri neler bu kuralın?
Finansal Fair-Play’in istediği şeyler çok basit. Birincisi hiçbir şekilde, futbolculara, kamu idarelerine ve futbolcu transferinden dolayı diğer kulüplere geçmiş borcunuz olmayacak. Bu üçü ana kuraldır. Bunun dışında ise diğer kurallar gelir. Hiçbir yöneticinin kulüpten alacağı olmayacak. Kulüp kendi kaynakları ile dönecek. Yöneticiler kendi cebinden kulübe para aktarmayacak. Gelir – gider dengesi korunacak ve hiçbir kulüp gelirinden fazla para harcayamayacak. Futbolcuların maaşı hiçbir şekilde gelirin yüzde 70′ini geçemeyecek.

Peki, Türkiye’de durum nasıl?
Türkiye’de Galatasaray bu çıtayı aşmış durumda. Galatasaray 53 milyon TL kazanmış ve bunun yüzde 84′ünü (44 milyon lirası) futbolcu ve teknik ekibe aktarmış. Trabzonspor’da ise durum çok daha vahim. 9 buçuk milyon lira gelir elde eden Trabzonspor, sporcu ve teknik heyetine 12.3 milyon lira* aktardı. Yani, gelirin yüzde 129′unu takımdaki oyuncu ve teknik heyete aktarmış. Yüzde 70 en üst limit olduğu için, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ta bu oran yüzde 45 ile çok ideal bir durumda. Bu limiti geçmediğiniz sürece herhangi bir yaptırım ile karşılaşmayacak hiçbir kulüp. (*Sezonun ilk üç ayına ait rakamlar)

Beşiktaş’ın ‘Feda’ sloganı ne kadar işe yaradı?
Beşiktaş’ın bu limitleri aşma durumu şu anda yok. Kulübün uyguladığı ‘Feda’ politikası, futbolculara ödenen paraları oldukça aşağı çekmiş durumda ve futbolcular piyasaya göre daha az paraya oynuyorlar.
Bugün Beşiktaş’ı izleyenler, A’dan Z’ye oynanan futbolu beğeniyor. Ama baktığınızda bu zevk veren futbolu pahalı oyuncular oynamıyor. Genç Oğuzhan, Necip, önceden kimsenin beğenmediği Holosko oynuyor. Yani bu noktada apayrı bir şeyin olduğu ortaya çıkıyor. Samet Aybaba diyebilirsiniz, ancak önceki teknik direktörler kötü müydü? Değil. Demek ki yönetimsel anlamda farklı bir şey var. Futbolcular da benlikleriyle oynuyorlar. Aynı futbolcular, daha az paraya, daha fazla mücadele ile futbolundan ‘feda’ etmeden oynuyorlar.

Feda projesi düzlüğe çıkmak için yeterli mi?
Beşiktaş taraftarı hakikaten ‘feda’ dedi. Beşiktaş, Trabzonspor ile birlikte lisanslı ürün satışında Fenerbahçe ve Galatasaray’ın oldukça gerisinde yer alıyordu. Ama sezonun ilk 3 ayında baktığımızda Beşiktaş, lisanslı ürün satışından yaklaşık 10 milyon lira gelir elde etti. Geçtiğimiz sezon, 12 ay boyunca satılan ürünlerin cirosu 14 milyon TL. Bunun dışında futbolcu giderlerini de inanılmaz derecede aşağıya çekmeyi başardı. Geçtiğimiz sezon 120 milyon TL’nin üzerinde para ödeyen Beşiktaş, bu sezon yaklaşık olarak 75-80 milyona düşürerek bu maliyeti 50 milyon TL azaltılmış.

Anadolu kulüpleri ne durumda peki? Maddi anlamda iyi gitmeyen kulüpler var mı?
Anadolu kulüpleri için pek bir şey diyemiyoruz. Çünkü halka açık değiller ve hesapları incelenemiyor. Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzonspor halka açık şirket olduğu için, kulübün ekonomik yapısına internet sitelerinden ulaşabiliyorsunuz. Diğer kulüplerin bilançolarına ulaşmak pek mümkün olmuyor ve bu konuda yorum yapamıyorum. Haliyle 18 takımlı Süper Lig’in sadece 4 takımını mercek altına alabiliyoruz. Geri kalan kulüpler hakkındaki bütün tasarruf TFF’de. Finansal Fair Play’in uygulayıcısı UEFA olmasına rağmen, yerel denetim TFF’de olacak. Denetim görevini üstlenecek olan TFF’nin tamamen şeffaf, güvenilir ve halka açık olması gerekiyor. Anadolu kulüplerinin denetimi için de şirketleşmelerine gerek yok. Gelir ve giderlerini açık bir şekilde göstermeleri yeterli olacak.

Finansal Fair Play’e göre, aternatif gelirler sportif bütçeye dahil mi?
Futbol dışındaki gelirlere izin verilmiyor demiştik. Buna Arsenal kulübünden örnek verelim. Arsenal, Emirates Stadı’na taşınmadan önce Highbury Stadı’nı kullanıyordu. Highbury Stadı şu anda rezidans olarak hizmet veriyor. Buradan gelir elde eden Arsenal, UEFA’nın koyduğu kural gereği bu gelirlerden faydalanamıyor. Kazanılan bu para ile ancak altyapı tesisleri yapılabilir.

Sizce büyük sermayelerin elinde bulunan Anzhi, PSG, Chelsea gibi kulüpler finansal fair – play’i delebilir mi? UEFA bunun önlemini aldı mı?
Bu kuralı delmek için ilginç yollara başvuranlar elbette çıkacaktır. City’nin sahibi Şeyh Mansur, kulübe para aktarmak için tozluk sponsoru, ön baldır sponsoru, çapraz yan bağ sponsoru [gülüşmeler] gibi absürt sponsorluklarla bunu delebilirler. Paris Saint Germain ise ayrı bir şirket kurdu ve buradan para aktarıyor. Kısacası bu duvar da aşılabilir. Daha sistemli ve göze batmayacak bir şekilde kulüpler işi kitabına uydurarak bu duvar rahatlıkla aşılabilir.

Fenerbahçe’nin gayrimenkul yatırımı kulübe katkısı nasıl olacak? 
Gayrimenkul projesi, kulübün ekonomisine katkı sağlar. Ancak, bu sportif gelir olarak değerlendirilmez, ticari gelir olarak değerlendirilir. Maç günü gelirleri, stat gelirleri, UEFA ve yayıncı kuruluştan alınan paylar sportif gelirleri oluşturuyor. Paranın kulübe zararı olmaz, Fenerbahçe kazandığı para ile tesis yaptırabilir, altyapısını güçlendirebilir, daha farklı alanlara yatırım yapılabilir. Bu sayede, Barcelona örneği gibi bir alt yapı istenirse geliştirilebilir.

Büyük kulüplerimizin 1 milyon üye hedefleri ne kadar gerçekçi?
Kulüplere üye olmak, Türkiye’de çok zor bir iş. Üyelik esnasında birçok zorluk çıkıyor. Örneğin Galatasaray’da, Galatasaray lisesi mezunlarına çok cazip şartlar sunulurken, dışarıdan üyelik çok zor. 10 bin lira civarında bir para isteniyor. Bu rakam, Beşiktaş’ta 1200 lira, Fenerbahçe’de 1500 – 2000 lira civarında. Trabzonspor’da ise çok daha uygun. Kulüplerimiz için 1 milyon üye hayal etmek bile güzeldir. Bu vizyonun olduğunu gösterir.

Takımlarımız gelirlerini arttırmak için ne tür alternatif gelirlere yönelebilir sizce?
Öncelikle saha içine bakmak lazım. Anadolu kulüplerinin statları çok kötü olduğu için seyirci çekmiyor. En basit örneğiyle, statların kenarlarındaki tartan pistler seyir zevkini kısıtlıyor. Her şeye rağmen, Bursaspor örneği bize gösterdi ki Anadolu’dan şampiyon çıkıyor. Kulüplerimizin bunu bir kenara koymaları lazım. Takımlarımızın da ekonomilerini planlamaları gerekiyor. Bu konuda Porto örneği verilebilir. Porto çok ucuza aldığı oyuncuları çok yüksek fiyatlara satabiliyor. Mesela Falcao, Hulk… Ama, bu futbolcu satışları olmasa Porto zarar eden bir kulüp olacak. Porto bu modeli uygulayarak hem ekonomisini güçlü tutuyor hem de sürdürülebilir bir başarı yakalıyor. Yani, her işletmenin bir ekonomik model seçmesi ve bu model üzerinde ilerlemesi lazım. Futbol takımlarımız da bunu yapmalı. Bursaspor’un yakaladığı bir başarıdır, ama sürdürülebilir bir başarı elde edemedi. Lisanslı üründen kazanılan gelirde artış sağlanması, stat gelirlerinin arttırılması, kulüpler için diğer cazip seçenekler. Bu yüzden statlarını geliştirmeliler. Satılan localar 7/24 kullanıma açılabilir ve buralar ofis şeklinde kullanılabilir. Fenerbahçe ve Galatasaray, stattan ciddi anlamda gelir kazanıyor. Beşiktaş, bu yıl 14 milyon TL’lik bir kombine bilet geliri elde etti. Geçtiğimiz yıla göre 3 milyon lira daha fazla.

Alt yapı yatırımları nasıl ülkemizde?
Alt yapıyla ilgili problemler yıllardır dillendiriliyor zaten. Somut bir örnek vermek gerekirse, Abdullah Ercan mesela. Ümit Milli Takım teknik direktörüydü, Gaziantepspor’un başına geçti. Ümit Milli Takımın başındaki hocayı bir takım anında alabiliyorsa, alt yapıda nasıl oyuncu yetiştirebiliriz? İlk yapılacak şey bunun önüne geçebilmek. İkicisi ise yardımcı teknik direktörlük meselesi. Bizde yardımcı teknik direktör deyince, daha önce o kulüpte futbol oynamış oyuncuların teknik direktörlükte pişsinler diye yaptıkları görev akla geliyor. Ama Premier Lig’deki yardımcı hocalara bakın, en az o takımın teknik direktörü kadar yetenekli ve bilgili insanlar. Bu yüzden, alt yapıda çalışan hocaların ekonomik şartları düzeltilmeli. Bu insanların yüzde yüz kendilerini bu işe verebilecekleri bir ortam oluşturulmalı.

Ülkemizde, diğer ülkelere kıyasla bilet fiyatları yüksek mi? Statlar pahalılık yüzünden mi dolmuyor sizce?
Avrupa’da en çok seyirciyi 42.600 kişiyle Almanya çekiyor. İkici sırada 35.300 kişiyle İngiltere ve 3. Sırada 28 bin kişiyle İspanya geliyor. Türkiye, maça seyirci çekmede 11 bin kişiyle 10. sırada. Üzerimizdeki ülkelerden biri ise bize göre çok düşük bir nüfusa sahip olan İsviçre. Ortalama bilet fiyatlarımız ise 34 Euro ve bu alanda Avrupa üçüncüsüyüz. Bizde futbol öyle bir hal aldı ki insanlar maçlara çocuklarını göndermek istemiyorlar. Bunun en önemli nedeni, bilet fiyatlarının yüksek olması. İstanbul’da bir kişi maça gitmek istese bilet ve yemeği 100 TL’yi buluyor. Ortalama bir aile için bu yüksek bir miktar. Hem statta sunduğunuz hizmet kötü hem de bu kadar yüksek bir miktar talep ediyorsunuz. Durum böyle olunca, insanlar başka sosyal etkinliklere yöneliyor.

Avrupa Şampiyonası mı? Yoksa Olimpiyat mı? Sizce hangisi ekonomik ve sportif anlamda ülkemize daha fazla fayda sağlar?
Olimpiyatın bir ruhu vardır. Mesela ben olimpiyatları Seul’den beri izliyorum, bu zamana kadar hiç kavga görmedim. Türkiye’nin bir olimpiyata ve olimpiyat ruhuna da ihtiyacı olduğunu yadsımamak gerekir. Ama olimpiyat sadece bir şehre gelir. Bir ülkenin tamamında, olimpiyatın ruhunu ve getirmiş olduğu ekonomik faydayı hissedemezsiniz. Ama, Avrupa Şampiyonası gelirse bütün ülkeye yayılır. İstanbul’da yaşayan bir insan olarak, “Olimpiyat gelsin” demek bencillik olur. İşe ekonomik açıdan bakarsak, her ikisine de büyük yatırımlar yapmak gerekiyor. Şehir içinde yer olmadığından -özellikle olimpiyat için- uzak yerlere tesisler yapmak gerekiyor. Bu tesislere yol yapmak gerekiyor. Peki, olimpiyat gittikten sonra ne olacak? Bu tesislerin çoğu boş kalacak. Ama siz Avrupa Şampiyonası için şehirlere statlar yaparsanız, bu statlar daha sonra ligde kullanılabilir. Ayrıca, futbolu tanıtımlarında araç olarak kullanacak firma sayısı, olimpiyata göre daha çok olur. Yani, şirketler insanlara ulaşmak için futbolu daha çok tercih ediyor. Kısacası, Avrupa Şampiyonası ekonomik açıdan bizim için daha yararlı olacaktır.

Son olarak, Futboldaki vergi miktarlarına değinmek gerekirse, neler söylersiniz?
Avrupa ile Türkiye arasında,vergi miktarları açısındançok fark var. Türkiye’de futbolcular Avrupa’daki gibi gelir vergisi ödüyorlar. Ama, ülkemizde futbolcular vergi ödeme işine karışmıyorlar. Sözleşmelerini net gelir üzerinden yapıyorlar ve vergileri kulüpleri ödüyor. Avrupa’da ise vergiyi futbolcular ödüyor ve bu oran bize göre çok yüksek. Bizde, Spor Toto Süper Lig’deki futbolcuların vergi miktarı, gelirin yüzde 15’i. PTT 1. Lig’de bu oran yüzde 10’a daha alt liglerde ise yüzde 5’e düşüyor. Öncelikle bu oranların arttırılması gerekir. İspanya’da bu rakam yüzde 25, Fransa’da ise yüzde 35. Futbolcuların kazandıkları para ve ödedikleri vergi arasındaki mali uçurum tartışmaya açılırsa eğer, bu durum düzeltilebilir.